Agatha Christie Hayat Hikayesi
Agatha Christie`nin hayat hikayesi

Dünyanın en büyük yazarı değil şüphesiz. Ancak en çok tanınan yazar olduğu tartışılmaz. Kitapları 103 dile çevrilen tek yazar ve Shakespeare bile ondan sonra gelmekte.

Başkent Üniversitesi `nin bir kültür yayını olan Bütün Dünya dergisi yıllardır Türk okurunda tiryakilik oluşturarak ayakta kalmayı başarmış bir Kültür Sanat ve Yaşam Bilgisi Dergisi olarak hayatını sürdüryor.
`Bütün Dünya` edebiyatseverleri yakından ilgilendiren ve öyküseverleri sevindirecek yeni bir uygulamaya imza atıyor. Artık her sayıda `Öyküleriyle Öykücüler ` başlıklı bir bölüm yer alacak ve yazar Haluk Erdemol, her ay yabancı bir öykücüyü özel yönleriyle tanıtacak. Bunu yanı sıra tanıtılan yazarın seçkin bir öyküsü de o ay dergide yayınlanacak....


Bu ayın öykücüsü ise polisiye roman sevenlerin eskimeyen gözdesi Agatha Christie ..
Bakın Haluk Erdemol ünlü yazarı kendi üslübu ve gizli kalmış yönleriyle nasıl tanıttı...


Agatha Christie ...
Oxford `daki dostlarına çaya gelmiş olan orta yaşlı, mahcup tavırlı kadın yol üzerindeki bir kitapçıdan yeni aldığı kitabı sımsıkı elinde tutuyor, söz sırası kendisinde olmadığı anlarda kaçamak bakışlarla sayfalara göz atıyordu. Kapağında `Zehirler ve Etkileri` yazılı kitabın sahibi, Agatha Christie `ydi.
Agatha Christie kuşkusuz dünyanın en büyük yazarı değildir. Ancak en çok tanınan yazar olduğu tartışmasızdır. Kitapları 103 dile çevrilmiştir. İngiliz dilinde en çok okunan yazardır ve Shakespeare bile ondan sonra gelmektedir. Yazarın ölümü üzerinden 31 yıl geçtiği halde sayıları sekseni bulan kitapları hala basılmakta ve satış rakamları yükselmektedir. `Fare Kapanı ` adlı romanından oyunlaştırdığı ve 25 Kasım 1952`de Londra `da sahneye konulan aynı adlı oyun tiyatro tarihinin en uzun süre sahnede kalan oyunu olarak ün kazanmıştır.
Agatha Christie 15 Eylül 1890`da varlıklı bir aile ortamında dünyaya geldi. Amerikalı olan babasının İngiltere `de yaptığı evliliğin ilk yıllarında İngiliz eşiyle birlikte satın aldığı Torquay `daki Ashfield Konağı geniş odaları, bahçesi, hizmetçileri, aşçıları, dadıları ve yemek davetleriyle Agatha `yı etkilemiş ve yaşamında önemli bir yer tutmuştur. Daha sonra yazacağı romanlarında canlandırdığı mekanlarda bu evin etkisini görmek olanaklıdır.
Agatha düş gücü gelişmiş, yaratıcı belleğe sahip bir çocuktu . Kendinden büyük kardeşleri yatılı okula gittiğinden ve çevrede arkadaşlık edeceği başka çocuk bulunmadığından evdeki zamanını kendi kendine oynayarak geçiriyordu. Fakat gerçek oyun arkadaşlarına gereksinimi yoktu. Düşünde canlandırdıkları yetiyordu ona. Küçüklüğünden buyana düşsel karakterler yaratıyor ve kendi kendine anlattığı öykülerde çeşitli roller veriyordu onlara. Olgunluk çağına değin sürdü bu; fakat o zamanlardaki öykülerini kağıda geçirmedi.
Agatha yeterli bir eğitim göremedi. Çünkü annesi kız çocuklarının okul eğitimi almasını gerekli görmeyen katı inançlı bir kadındı. Bu nedenle küçük Agatha okula gitmediği gibi evde de eğitim görmedi. Dahası, annesi çoçukların sekiz yaşından önce okuma yazma öğrenmeleri ne karşıydı. Fakat Agatha daha dört yaşındayken kendi kendine okumayı öğrenmişti. Özyaşam öyküsünde anlattığına göre dadısı bir gün annesine giderek, `Hanımefendi, Agatha kitap okuyor` demişti. Küçük Agatha daha sonra yazmayı öğrenmiş ve babasından aritmetik dersi almıştı. Ama hepsi bu kadardı, gerisi kendisine kalmıştı. Yutar gibi kitap okuyordu. Evlerinde çok kitap vardı, ancak çoğu kurgulama içerikliydi.
Agatha `nın annesi kızların Fransızca öğrenmesinden yanaydı. Fransa `ya yaptığı bir geziden dönüşte evde çalışması için genç bir terzi kızı yanında getirmişti. Böylece Agatha akıcı biçimde Fransızca konuşmayı öğrendi. Daha sonra yaratacağı roman kahramanı detektif, Belçikalı Hercule Poirot `yu işlerken bol bol kullanacaktı Fransızca bilgisini.
Agatha 11 yaşındayken babasını kaybetti. Babasının Amerika `daki serveti, kötü yönetim yüzünden eridiğinden aile mali sıkıntıya düşmüştü. Buna karşın Agatha `nın annesi Ashfield Konağı`nı satmaya yanaşmadı ve evi kiraya vererek ailesinin geçim sıkıntısını hafifletti. Bu arada onbeş yaşına gelmiş olan Agatha `yı Paris `te, genç kızları toplum yaşamına hazırlayan özel bir okula göndererek onun müzik, sanat ve edebiyat eğitimi almasını sağladı. Okulu bitirdikten sonraki günlerde çekingen kişiliğine karşın Agatha varlıklı kesimden arkadaşlar edindi ve onların arasında sivrilerek ev toplantılarının aranılan kişilerinden biri oldu.
Agatha `nın yazmaya başlaması ilginç bir biçimde annesinin desteğiyle olmuştur. Ağır bir soğuk algınlığıyla hasta yatarken iyileşme sürecinde annesi ona kısa öyküler yazmasını önermişti. İlk öyküyü ötekileri ve sonra da bir roman izledi. Yazdıklarını dergilere ve yayınevlerine gönderdi; ancak hepsi geri çevrilince cesareti kırıldı. Aslında Agatha `nın aklından yazar olmak geçmiyordu. Paris `teki okula devam ederken konser piyanisti ya da operacı olmayı düşlemişti. Fakat müzik konusunda fazla yeteneği olmadığını anladığından gerçekçi bir yaklaşımla bu alandaki düşlerinden uzaklaştı. Geleceğine ilişkin ciddi tek düşüncesi kalıyordu geriye: Mutlu bir evlilik.
Sonunda ilgi duyduğu bir erkekle Birinci Dünya Savaşı `nın başladığı aylarda evlendi. Eşi Kraliyet Hava Kuvvetleri `nde görevli genç bir subay olan Archie Christie `ydi.
Savaş yıllarında eşi Fransa `da görev aldığından Agatha annesiyle birlikte Ashfield Konağı`nda oturmayı sürdürdü. Gönüllü Yardım Birliği`ne katılarak Torquay `daki bir Kızılhaç hastanesine hemşire olarak atandı. Bu görevi süresince edindiği tıbbi bilgiler yazacağı polisiye öykü ve romanlarda canlandıracağı doktor ve hemşire karakterlerini işlemesinde yararlı bir birikim oluşturacaktı. Hastanenin eczanesinde edindiği, ilaçlar, şuruplar ve zehirler hakkındaki bilgiler de konularını kurgularken sıklıkla başvuracağı ayrıntılar arasındaydı.
Agatha Christie hastanedeki görevi sırasında bulduğu boş zamandan yararlanarak ilk detektif öyküsünü yazmaya başladı. Tahmin edilebileceği üzere öyküdeki cinayet zehir kullanılarak işlenmişti. Mekan, kendi evleri gibi bir kır eviydi.
Kurguladığı detektif karakteri tipik özellikleriyle ufak tefek, Hercule Poirot adında bir Belçikalı `ydı. Yazar, Torquay `a gelen bir grup Belçikalı mülteciden etkilenerek roman kahramanını Belçikalı yapmıştı.
Kurgulamasına göre bu roman kahramanı Belçika `da emekli olduktan sonra İngiltere `ye yerleşmiş, İngilizce `yi düzgün bir aksanla konuşmaya çalışırken arada bir, özellikle kendisini şaşkınlığa uğratan durumlarda Fransızca sözcükler de kullanan ve İngilizler `e komik gelen davranışlara sahip bir polis müfettişi olacaktı.
Poirot `nun görünüşünü de ufak tefek, saçlarını siyaha boyamış ve bıyıklarının uçlarını özenle sivriltmiş tombulca bir adam olarak çizmişti. ``Styles`deki Esrarlı Olay` adını koyduğu bu ilk roman dört yayınevi tarafından geri çevrildikten sonra 1920`de John Lane Yayınevi tarafından basıldı. Christie kitabı önce kendi adı yerine takma bir adla yayımlamak istemişti. Bu isteği kabul edilseydi hiç kuşkusuz Agatha Christie adı asla dünya çapında bir ün kazanmayacaktı. Bu ilk romanı 2 bin adet satmasına karşın Agatha Christie `ye hiç para kazandırmadı. Romanın bir gazetede yayımlanmasından yalnızca 25 sterlin kazanabildi.
Savaşın bitiminde Christie `ler maddi açıdan pek rahat olmamakla birlikte mutlu bir yaşam sürdürmeye başladılar. Evlerinin satılmaması için Agatha Christie bir roman daha yazdı. `Roger Ackroyd Cinayeti`nin 1926`da Collins Yayınevi tarafından yayımlanması Christie `nin ününü pekiştirdi. Ancak kötü günler onu bekliyordu: Annesini kaybetti, sonra da eşinin boşanma isteğiyle karşılaştı.
İzleyen aylar hem kendisi hem de yayın dünyası için ilginç bir olaya tanık oldu: Agatha Christie 3 Aralık 1926 günü ortadan kayboldu. Arabası evinin biraz uzağında terk edilmiş olarak bulunmuştu; kendisinden hiçbir haber alınamıyordu. İntihar ettiğinden ya da bir cinayete kurban gittiğinden kuşku duyuluyor- du . Cesedinin aranmasına bile başlanmıştı. Binlerce insan arama işinde polise yardımcı oluyordu. Fakat on gün sonra Christie `nin İngiltere `nin kuzeyinde Harrogate`deki bir otelde takma bir adla kaldığı ortaya çıktı. Belleğini yitirmiş gibiydi. Eşini bile tanımıyordu.
Agatha Christie `nin yaşamındaki bu gizemli olay hiçbir zaman açıklığa kavuşturulamadı. Bunu kitaplarının reklamı için yaptığını ileri sürenler oldu; ama kendisi hakkında yayın dünyasında haberler çıkmasını seven, ün düşkünü biri olmadığından bu gibi iddialar pek akla yakın değildi. Büyük olasılıkla eşinin sevgisini yeniden kazanmak amacıyla onun endişeye kapılarak kendisiyle ilgilenmesi için umutsuz bir girişimde bulunmuştu. Fakat eşi boşanmakta ısrarlıydı.
Agatha kısa bir tedavi süresi geçirip 1928`de boşandıktan sonra yolculuğa ve maceraya eğilimli kişiliğinin etkisine kapılarak Ortadoğu `yu gezmek istedi. Trene binerek tek başına Bağdat `a gitti. Bindiği tren daha sonra bir romanında mekan olarak kullanacağı ünlü `Orient Express `di.
Gezileri sırasında Irak `ta kazı yapan ünlü İngiliz arkeologlardan kimileriyle tanıştı. Bu arada eski Sümer kenti Ur `da kazı yapan grubun bir üyesi olan ve kendisine rehberlik yapan genç arkeologlardan Max Edgar Mallowan`la arkadaş oldu. İki yıl sonra evlendiler.
Agatha bir yandan eşinin Ortadoğu `daki mesleki gezilerinde ona eşlik ediyor, diğer yandan düzenli biçimde yazmayı sürdürüyordu. 1930`lu yılların geçtiği ve Agatha `nın yazarlığında klasik dönem sayılan bu gezi yıllarının yansımalarını `Nil `de Ölüm` ve `Mezopotamya `da Cinayet` gibi romanlarında görmek olanaklıdır. 1929 yılında yazar öykülerinde Poirot `ya hiç benzemeyen yeni bir detektife yer vermek istedi.
Bu yeni kahraman tipik bir İngiliz köyünde yaşayan, beyaz saçlı, iyi huylu, tombulca, evde kalmış yaşlı Miss Marple `dı. Bahçesiyle, köy işleri ve dedikodularıyla zaman geçiren, fakat keskin dikkati ve yüksek gözlem gücüyle haberleri, söylentileri ve ayrıntıları iyi değerlendiren bu yaşlı kız çevresindeki polisiye olaylarda polise yardımcı oluyor, polisin gözünden kaçan ipuçlarıyla polisi bile şaşırtarak katillerin kimliğini açığa vuruyordu. Yine de Poirot denli popüler olamadı, Miss Marple .
Christie çok sayıda roman, öykü ve oyun yazmasını üretken bir düş gücüne sahip olmasına borçludur. Bir romanı birkaç hafta ya da ay içinde bitirebiliyordu. Bu özelliği seksen yaşında sekseninci kitabını yazabilmesini sağlamıştır. Yakın bir arkadaşı onun için, `Konularını ve olay düğümlerini banyo yaparken kurgulamak alışkanlıkları arasındaydı` demişti.
Bir detektif öyküsü ulaştığı çözümle başarı kazanır. Bu tür öykülerin çoğunda okurun düş kırıklığına uğramasının nedeni sonun ya da çözümün çok önceden belli olması, karmaşık ya da inanılırlıktan yoksun olmasıdır. Fakat Christie `nin öyküleri okurda düş kırıklığı yaratmaz. Onun süslü ifadeler ve betimlemelerden uzak, sade bir dil kullanarak ustaca yönettiği kurgulama sayesinde öykülerini okurken her an bir şey olacağı duygusunu taşır, gelişmeyi ve çözümü merakla bekleriz . Fakat çözüme ulaşıp okumayı bitirdiğimizde gerek mantık gerek psikoloji bağlamında tam bir doyum duygusu kaplar içimizi. Christie bizi korkutmaz, şoke etmez, iğrendirmez; yalnızca meraklandırır, şaşırtır ve eğlendirir.
Agatha Christie 75 yaşında özyaşam öyküsünü kaleme aldı. `Bana verdiği güzel yaşam için Tanrı `ya ve bana sevgilerini veren herkese teşekkür ederim` diye yazıyordu. On yıl sonra 1975`te, 85 yaşında öldüğün- de kitaplarının yanısıra İngiliz edebiyatının en sevimli iki detektifini, katilleri yakalamak için `küçük gri hücrelerini` kullanan şık ve aman vermez Mösyö Poirot `yu ve örgüsünü örerken ilmek atlamaksızın bir olayın çözümünde polise yardım eden ipucu avcısı, kurnaz Miss Marple `ı bırakıyordu bizlere...
Saat
 





Ana Sayfam Yap

Sinema Filmleri
 
 
Bugün 2 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol